Hukuk Davalarında Hükümde Kanun Yolu Süresinin Hatalı Gösterilmesi Halinde, Hatalı Gösterilen Kanun Yolu Süresi İçerisinde Yapılan Kanun Yolu Başvurusunun İncelenip İncelenemeyeceği Hususu
Özel hukuk davalarına dair usul hukuku ve özelinde kanun yolu koşulları ve süreleri 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile düzenlenmektedir. Hukuk davalarında verilen kararlar, kanunda belirtilen koşulları taşıdığı takdirde tarafların talepleri ile yine kanunda belirtilen kesin zaman zarfı içerisinde olağan kanun yolu olarak bilinen istinaf ve temyiz olmak üzere iki kademeli kanun yoluna giderek incelemeye tabi olabilmektedir.
HMK’nın 341-360. maddeleri istinaf kanun yolunu, 361-373. maddeleri temyiz kanun yolunu ve 374-381. maddeleri de olağanüstü kanun yolu olan yargılamanın iadesi kanun yolunu düzenlemektedir. Buna göre istinaf kanun yolu için süre ilk derece mahkemesinin kararının tebliği tarihinden itibaren iki hafta (HMK 345), temyiz kanun yolu için süre bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlar için tebliğ tarihinden itibaren iki haftadır (HMK 361/1). Ayrıca özel kanunlarda belirtilen süreler de ayrıca gözetilmelidir (HMK 345, 2. cümle). Bu süreler kesin olmakla birlikte hâkim bu süreleri artıramaz veya eksiltemez (HMK 90). Bu açık kanun hükmüne rağmen mahkemeler hükümlerinde sehven kanun yolu süresini kanundaki kesin sürelerden daha uzun ya da daha kısa gösterebilmekte veya kanun yolunun varlığından ya da süresinden hiç bahsetmeyebilmektedirler.
Mahkemeler, kararlarının içeriğinde, varsa kanun yollarını ve süresini de göstermek zorundadırlar (AY, m. 40; HMK 297/1-ç). Bu kapsamda, şartlarının varlığı halinde hüküm içeriğinde ilgili kanun yolu ve bu hakkın kullanılabileceği sürenin gösterilmesi gerekmektedir. Ancak yine de, gerek mahkemeler üzerindeki yüksek iş yükü, gerekse insan faktörü nedeniyle hüküm içeriğinde hatalar bulunabilmektedir. Hükmün inşa edilişinde yazıya aktarılan bu hatalar uygulamada bazı sorunları doğurabilmektedir. Örneğin, mahkeme hükmüne güvenerek hükümde belirtilen süre içerisinde ancak kanundaki kesin süreden sonra yapılan kanun yolu başvurusu, kanundaki süreler aşıldığı için reddedilebilmekte, ilgili taraf böylece kanun yolu hakkından yararlanamayabilmektedir.
Kimi durumlarda ise, hüküm kapsamında, kanundaki kesin sürelerden daha kısa süreler belirtilebilmektedir. Bu durumda kanundaki kesin sürenin ilgili tarafın lehine olması ve kanunun amir konumda olması nedeniyle kanuni süre içerisinde kanun yoluna başvurulabilecektir. Bu nedenle bu senaryo uygulamada önemli sorunlara yol açmamaktadır.
Bunun yanı sıra, hüküm içeriğinde tarafların hakkı olduğu halde kanun yolundan veya süresinden ya da her ikisinden de bahsedilmediği durumlar olabilmektedir. Bu durum aslında en üst hukuki norm olan Anayasa’nın 40/2 maddesine (kanun yolu, başvuru mercii ve süresinin gösterilmesi zorunluluğu) ve usul kurallarını düzenleyen HMK’nın amir 297/1-ç maddesi ile çelişmektedir. Bu durumlarda kanundaki şartları taşıyan hükümler için ilgili kanun yoluna yine kanunda belirtilen süre zarfında başvurulabileceği açıktır. Ayrıca, mahkeme kararında kanun yoluna başvuru süresinin hiç gösterilmemesi halinde, hangi süre içerisinde kanun yoluna başvurulabileceği tereddütü doğabilir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, bir kararında, böyle bir durumda
“Her ne kadar kanun yolu ve süresi, ilgili kanun maddelerinde açıkça belirtilmiş ise de, yargı organlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda ilgililerin hak kaybına uğramayacağının kabul edilmesi gereklidir.Kararda herhangi bir kanun yolu merci ve süresi belirtilmeyen hallerde ise süresiz başvuru hakkının bulunduğu kabul edilmelidir.”
gerekçesiyle, kanun yoluna başvuru hakkının “süresiz” olacağını belirtmiştir. (9. HD, 31.03.2022, ESAS NO: 2022/3453 KARAR NO: 2022/4246). Kanaatimizce, bu hususa tereddütle yaklaşmak icap eder. Zira süresiz bir kanun yoluna başvuru hakkı, hukukî belirlilik ve güvenliğe zarar verecek, böylesi bir durum hukuk muhakemesinin temel ilkelerinden olan ve Anayasa’da da kayıt altına alınan usul ekonomisi ilkesi (davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması) ile bağdaşmayacak, yargılamayı keyfi ve gereksiz yere sürüncemede bırakabilecek ve böylece tarafların adil yargılanma hakları ihlal edilmiş olacaktır. Hiç şüphesiz, tarafın mahkemece yanlış yönlendirilmesi halinde, bunun taraf lehine dikkate alınması icap eder. Ancak, kanun yolu süresinin “hiç” gösterilmemesi halinde, sınırın dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı ile (HMK m. 29) çizilmesi icap eder.
Son olarak, kanun gereği hükmü kesin olan ve tarafların kanun yoluna başvurabilme hakkı bulunmayan bir dava sonucunda mahkeme hükmünde kanun yoluna gidilebileceği ifade edilse bile, kanun gereği kesin olan hükümler için kanun yolu hakkı, hüküm ile getirilemeyecektir. Bu durum kanun yolu süresinin sehven farklı gösterilmesi durumundan özü itibarı ile ayrılmaktadır. Çünkü sehven gösterilen kanun yolu süresi karşısında zaten tarafların bir kanun yolu hakkı vardır ancak bu hakkın kullanımına dair mahkemenin yanlış yönlendirmesi söz konusudur. Ancak kanuni açıdan kesinlik arz eden ve kanun yolu hakkı oluşturmayan bir hükümde kanun yolunun varlığından bahsedilmesi, tarafların hukuken olmayan haklarının mahkeme eliyle tanınması anlamını taşıyacaktır. Bu nedenle böylesi bir durumda aslolan kanun yolu hakkının zaten bulunmuyor olmasıdır ve hükümde sehven kanun yolu varlığından bahsedilse bile kanun yoluna gidilemeyecektir. Zira, böyle bir durumda esasen karar verildiği anda kesindir. Bu karara karşı, hüküm içeriğindeki hata nedeniyle ayrıca kanun yoluna başvuru imkanı tanınması, maddî anlamda kesin hüküm etkisinin de ortadan kalkacağı anlamına gelir ki böyle bir sonucun isabetli olmayacağı değerlendirilmelidir.
Kanun yoluna başvuru süresinin hükümde yanlış yazılmasının (kanunda öngörülen süreden daha uzun süre tanıyacak şekilde yazılması) ilgili tarafın kanundaki süreden sonra fakat hükümdeki yer alan yanlış süre içerisinde kanun yoluna başvurması karşısında ilgili tarafın bu hakkını kullanıp kullanamayacağına, diğer ifade ile kanun yolu talebinin kabul edilip edilmemesi gerektiğine (reddedilmesi gerektiği) dair öğretide iki temel görüş bulunmaktadır.
Birinci görüşe göre, hüküm fıkrasında belirtile süre içerisinde bu hakkın kullanılması karşısında, mahkemenin yanıltması ve ihmalinden ötürü taraflara bir sorumluluk yükletilmemesi, adalete erişim ve hukuki dinlenilme haklarının ihlal edilmemesi gerektiği, aksi halde hak ihlalinin gerçekleşeceği gerekçeleriyle kanun yoluna kanunda belirlenen süreden sonra ancak hükümde belirtilen süre içerisinde bulunulması durumunda kanun yolu talebinin kabul edilmesi gerekmektedir.
İkinci görüşe göre ise, mahkeme tarafından yanlış belirtilen süre bile olsa aslolanın kanundaki süreler olduğu, kanuni süre içerisinde yapılması gereken bir işlem hakkının o süre geçtikten sonra düşeceği gerekçesiyle kanuni sürelerin aşımı halinde kanun yolu başvurusunun kabul edilmemesi gerekmektedir.
Bu konuya dair Yargıtay’ın farklı hukuk dairelerince benimsenen iki ana yaklaşım bulunmaktadır:
- Kanunda belirlenen kanun yolu sürelerinin kesin ve hak düşürücü nitelikte olması, kanunda belirlenen kesin süreye tabi bir işlemin o süre içerisinde yapılıp yapılmadığının re’sen gözetilmesi gerekmesi, HMK/90 uyarınca istisnai haller dışında hâkimin söz konusu süreleri artırıp eksiltemeyeceğinden hareketle hükümde kanun yolu süresinin hataen daha uzun gösterilmesinin taraflara kanunda tanınan süreden daha uzun süre hakkı sağlamayacağı, aksi durumda kanundaki sürelerin bitimi ile yargılamanın lehine usuli olarak kesinleşen tarafın kazanılmış hakkının ihlal edilmesine yol açılacağı ve bu durumun da Anayasa’da kayıt altına alınan “eşitlik” ilkesi ile “kanunların genelliği” ilkelerine ters düşeceği gerekçeleriyle kanunda belirtilen sürelerden daha uzun süre öngören hükme dayanarak kanundaki süreyi geçen zamanda yapılan bir kanun yolu başvurusunun esastan incelenemeyeceği görüşü.
- Anayasa’nın 36. maddesi (hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı), 40. maddesi ve HMK 297/1-ç uyarınca hükümde başvurulabilecek kanun yolu ve süresinin doğru olarak gösterilmek zorunda olunması, sürenin hatalı gösterilmesi neticesinde kanun yolu başvurusunun reddinin adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından olan mahkemeye erişim hakkının kısıtlanmasına sebep olacağı, her ne kadar mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılabilmesine rağmen bu sınırlandırmanın mahkemeye ve kanun yollarına erişim hakkının özüne zarar verecek şekilde uygulanmaması gerektiği gerekçeleri ve Anayasa Mahkemesinin çeşitli bireysel başvurular hakkında verdiği kararlar göz önüne alındığında, bu durumun başvuran tarafın hak kaybına neden olacak şekilde yorumlanmaması gerektiğinden hareketle hatalı bile olsa hükümde belirtilen süre içerisinde yapılan kanun yolu başvurusunun esastan incelenmesi gerektiği görüşü.
Uygulama birliğinin sağlanmasını teminen, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu (Bundan sonra “YİBBGK” olarak anılacaktır.) hüküm içeriğinde kanundaki kesin sürelerden daha uzun bir sürenin belirtilmesi durumunda uygulanacak nihai içtihadı belirleyerek bu sorunu çözüme kavuşturmuştur.[1]
YİBBGK Değerlendirmesi ve Kararı
YİBBGK yukarıda çerçevesi çizilen soruna dair aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmaktadır:
Yüksek Mahkeme, konuyu hukuk devleti ilkesi, hak arama özgürlüğü ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirmiştir. Buna göre YİBBGK,
- Anayasa m. 36 ve 40 ile HMK m. 297 uyarınca mahkemelerin kararlarında başvurulabilecek kanun yollarını ve başvuru sürelerini sadece göstermeleri yetmeyip aynı zamanda doğru olarak göstermelerinin anayasal bir gereklilik olduğunu
- Kanun yollarına ilişkin sürelerin farklı kanunlarda düzenlenmesi nedeniyle uygulamada mahkemelerce hata yapılabildiğini,
- Mevzuat karışıklığı ve mahkemenin yaptığı hata nedeniyle usûl kurallarının katı yorumlanarak kanun yoluna başvuru süresinin geçtiğinin kabul edilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal edeceği ve kanun yolunun amacıyla da örtüşmeyeceğini,
- Hiç şüphesiz kanundaki sürenin uzatılması veya kesin sürenin değiştirilemeyeceği kuralının varlığını muhafaza ettiği, ancak burada sorunun tarafın yanıltılması olduğunu,
- Anayasa Mahkemesi’nin de çeşitli bireysel başvuru kararlarında, hüküm içeriğindeki yer alan kanun yolu süresinin kanundaki sürelerden uzun olması halinde temyiz talebinin reddinin öngörülebilirlik sınırları içinde olunamayacağından ötürü mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyeceğini ve adil yargılanma hakkının unsurlarından olan mahkemeye erişim hakkının ihlal edileceğine verdiğini,
- Kanunda gösterilen sürede başvurulmaması nedeniyle diğer taraf lehine bir usûlî kazanılmış hak da doğmayacağını
belirterek hatalı olarak gösterilen süreye uygun yapılan kanun yolu başvurusunun kabul edilmesi gerektiğini içtihat etmiştir.
YİBBGK ayrıca bu kararın hatalı gösterilen sürenin yine farklı kanunlarda yer alan süreler olması halinde geçerli olduğunu, yoksa mahkemece kanunlarda hiç düzenlenmeyen uzunluktaki bir sürenin yanılgı sonucu hükme yazılmış olması halinde, buna ilişkin güvenin korunmayacağını, aksi kabulün karşı tarafın da adil yargılanma hakkını ihlal edeceğini belirtmiştir. YİBBGK, böyle bir durumun hukukî belirlilik ve güvenliği de – uyuşmazlıkların sürüncemede kalacağı- gerekçesiyle ihlal edeceğini ifade etmiştir.
YİBBGK, içtihadı birleştirme talebinin konusu olmamasına rağmen, obiter dictum şeklinde bir açıklama da yaparak, kanun yoluna başvuru imkanı bulunmayan kararlar açısından, mahkemece hatalı olarak kanun yolunun açık gösterilmesinin sonuç doğurmayacağını, niteliği itibarı ile kesin mahiyette olan ve kanun yolu bulunmayan kararların içeriğinde yine mahkeme tarafından sehven kanun yolu olduğuna dair bir hüküm bulunması durumunda, olmayan bir hakkın mahkeme kararı ile oluşturulamayacağına, süre konusundan ayrık olarak olmayan bir hakkın yanlış mahkeme kararı ile doğmayacağını belirtmiştir.
YİBBGK Kararına Dair Değerlendirmelerimiz:
Yargıtay hukuk dairelerince farklı içtihatlar geliştirilmesi nedeniyle aynı durumdaki hukuk davalarının farklı akıbete uğramaları hukuk devleti ve yargılama yeknesaklığını etkilemektedir. Herkes yargı mercileri önünde hak arayışını bu işin profesyonelleri olan avukatların desteği ile sağlamamakta, kişiler davalarını kendileri takip etmek tercihinde bulunabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, belirli kişiler eksik bilgi ve özellikle mahkeme kararlarının yanlış yönlendirmesi nedeniyle kanun yolu hakkını kullanamamış olabilmektedir. Bu nedenle, bu durumun YİBBGK kararı ile bağlayıcı şekilde nihai içtihada kavuşturulması, hukukî belirlilik ve güvenlik açısından oldukça önemli bir gelişmedir.
Büromuz kurucu avukatlarından Prof. Dr. Ersin Erdoğan, bahse konu YİBBGK kararından önce konuyu değerlendirdiği Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi ile Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası (İNTES) iş birliğinde gerçekleştirilen “Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Kararları Çerçevesinde İş Hukukunun Değerlendirilmesi Semineri” kapsamında sunmuş olduğu tebliğe şu link üzerinden ulaşabilirsiniz. https://intes.org.tr/dergi/anayasa-mahkemesi-bireysel-basvuru-kararlari-cercevesinde-is-hukukunun-degerlendirilmesi-semineri/
* 14.09.2023 tarihli ve 32309 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2023/09/20230914-4.pdf
The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.
First published by Mondaq on 04 October 2023